0 Paylaşımlar

Bertrand Barere, “Dönmeyen tek yaratıklar, ölülerdir,” der. Ölüm, gerçekten de geriye dönüşsüz bir noktadır. Kişinin bu noktaya ne zaman varacağı bilinmez. Yaşamın her anında bu noktaya varılabilir. O yüzden yaşamla ölüm arasında asla bir köprü yoktur, bunlar birbirine bitişik, yan yana, kol koladırlar.

Ölümle ilgili çok güzel “Teselli” düşünceleri vardır. Örneğin, John Mc. Creery, “Yıldızlar, başka bir kıyıda doğmak için batarlar,” der. George Herbert, “Tanrı, sevdiği kulunu uzun yaşatmaz,” der. Aynı şeyi Byron da söylemiştir: “Tanrı, sevdiklerine tez ölüm verir.”

Daha gerçekçi görüşler de vardır. Buda, “Ölümün ötesinde hiçbir şey yoktur,” der. Bu ölüm olayını nasıl düşünmek gerek? Bu konuda yüzlerce farklı fikir var ve insan düşündükçe işin içinden çıkamaz. Belki de en güzeli Epikür gibi düşünmektir: “Biz varken ölüm yoktur, ölüm geldiği zaman ise biz yokuz!”

Mehmet Ulusoy’u çoğu kişi gibi ben de sadece uzaktan, gazetelerde, dergilerde çıkan yazılardan tanıyorum. Ulusoy 63 yaşında vefat etti. İnsanın gerçek biyolojik yaşının 120 yıl olduğu söyleniyor; o halde Ulusoy henüz yolun yarısındayken bu tuhaf dünyadan ayrılmış oldu. Tiyatro’ya Galatasaray Lisesi’nin tiyatro kolunda başlamış. Eski bir yazımda, “Her şey Amatör dünyada başlar,” demiştim. Her şeyin temelinde gerçekten de amatör başlangıç vardır. Amatör dünya olmazsa profesyonel dünya da olmaz, ama profesyonel dünyayı kaldırırsanız, amatör dünya yine oradadır!..

Yönetmen ve oyuncu Ulusoy Yıldız Kenter’in öğrencisi olmuş. 21 yaşında Avrupa’ya gitmiş. Sorbonne Üniversitesi Tiyatro Enstitüsü’nde öğrenim görmüş. Bunları yazmak hep kolaydır ama bunları yapmak hiç de kolay değildir. Şans, imkanlar, yetenek gibi değişik unsurlar bir araya gelmeden bunlar olmaz. Ulusoy 26 yaşında tekrar İstanbul’a geri dönmüş “Devrim İçin Hareket Tiyatrosu”nu kurmuş. Üç yıl boyunca köylerde, meydanlarda ve grevde olan fabrikalarda sokak tiyatrosu yapmış.

Devrim düşüncesi çağlar boyunca sayısız insanı etkilemiş, cezp etmiştir. İnsan çoğu kez sistemin adamıdır, sistemin içinde yaşar ve pek çok şeyi göremez. Kendisini sistemin dışına çıkarıp olaya kuşbakışı bakanlarda bir “Uyanış” olur. Sistemde bozukluklar vardır ve bunlar düzeltilmelidir. Devrim, bunun için iyi bir araçtır. Clarence Darrow şöyle der: “Yirmi yaşındaki genç, dünyayı değiştirmek ister; yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını da anlar.” Fakat önemli olan “Denemektir!” Bozuk olanı düzeltmeyi denemek başlı başına bir devrimdir esasen!..

Ulusoy 30 yaşında Paris’e yerleşmiş. Paris, ruhu olan bir şehirdir. Her şehrin ruhu olmaz. Pek çok sanatçı hayatının bir döneminde orada yaşamayı arzular. Çünkü Paris’in büyülü bir havası vardır; insana adeta ekstra yaratıcılık yeteneği bahşeder!.. Mehmet Ulusoy orada “Liberte Tiyatrosu”nu kurar. Avrupa’nın değişik ülkelerinde oyunlar sergiler ve kurduğu tiyatro Fransa Kültür Bakanlığı’nın parasal desteğini alan önemli bağımsız tiyatrolardan biri olur.

Yukarıda yazdığım gibi Ulusoy’u sadece uzaktan tanıyorum, ama kişinin geçtiği yolları izleyerek yaptıklarının önemini insan uzaktan da kavrayabilir. 33 yaşına geldiğinde Sorbonne’da tiyatro hocalığı yapmıştır. 48 yaşında Paris Ulusal Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde dersler vermiştir. 2000’de Fransa’da sahneye koyduğu son oyun olan “Topor-Party” yılın en iyi oyunu seçilmiştir.

Bazı ipuçları kişileri daha iyi tanımanızı sağlar. Mehmet Ulusoy’un Atatürk hayranlığı iyi bir ipucudur. Atatürk hayranlığı ancak sağlam, ilerici, modern zihniyetlerde olur. Zihniyet ne kadar geriyse, Atatürk’ten hoşlanmamak da o kadar belirginleşir. Ülkemizde ne kadar çürük, işe yaramaz zihniyet varsa, bunlarda hep Atatürk karşıtlığı vardır.

Ulusoy’la ilgili yorumlarda fazla içki içtiği, vücudunu hor kullandığı söyleniyor. Bu elbette benim kesinlikle karşı olduğum bir konu. Yani sanatçı demek sağlık bağlamında kendisini boş vermiş insan demek olamaz. Her türlü aşırılık kötüdür. Kişi yalnızca kendisine karşı değil, sevdiklerine, topluma karşı da sorumludur ve vücudunu istediği gibi yıpratma hakkına sahip değildir. Hiç kimsenin hayatı sadece kendi hayatı olarak algılanamaz. O yüzden sanatçı olsun, ya da başkası olsun, kişi sağlığına asgari dikkati göstermek, elinden geldiğince dikkat etmek zorundadır. Fakat bunları yapsa bile hastalıklardan yine de kaçılamaz. En azından yukarıda bahsettiğim önemli sözcük yerine getirilmiş olur: “Denemek!” İnsan, sağlıklı yaşamayı denemelidir; başarılı olamasa bile onun için en azından elinden geleni yapmıştı denir!…

Son olarak şunu belirteyim: İnsanlara YAŞARKEN önem verilmelidir; öldükten sonra ona önem vermek, onu şereflendirmek ölen kişi açısından hiçbir şey ifade etmez!! Cenaze törenine 1 kişi de gelse, 1 milyon kişi de gelse bu önemli değildir. Önemli olan yaşarken onun yanında olmak, yaşarken ona destek olmak, yaşarken ona madalya vermektir, yaşarken onun önemini kavramaktır, heykeli dikilecekse yaşarken dikilmelidir, adına şiir yazılacaksa yaşarken yazılmalıdır; kişi övüldüğünü, sevildiğini yaşarken görmelidir, önemli bir şeyler başardığını yaşarken duymalıdır.

Mehmet Murat ildan

BİR SANATÇININ ÖLÜMÜ