0 Paylaşımlar

Günümüz tiyatrosu, hikâyenin geriye atıldığı ve daha çok oyuncunun performansı üzerinden hikâyeden arta kalanların aktarıldığı bir sanata dönüşmüş durumda. Oyuncunun sınırlarını zorladığı sahnede, anlatının bir parçası olan nesneler ile kurduğu ilişkiyle de birçok deneyselliği zorlayan tiyatronun olmazsa olmazı “oyuncu” gelişirken, “hikâye” önemsizleşmektedir. Buradaki “hikâye” gerçek bir zamanın da parçası olan tiyatro zamanında olup biten sürecin hikâyesi olmadığı gibi, her ne olursa olsun başlayan-gelişen-biten eylemliliğin hikâyesi de değil. Burada bahsedilen, sınıflar mücadelesinin bir yansıması olarak tiyatro sanatına konu edilen yaşamın hikâyesidir. Konu her türlü sınıflar mücadelesine içkindir ancak gerek yazın olarak gerekse sahne pratiği olarak bu mücadeleden bağımsızlaştırmak dert ettiğimiz tiyatroda hikâyesizliğe kapı aralar.

Tiyatro sanatı taraftır ve bulunduğu taraf ileriyi, aydınlığı, yeniyi işaret eder. Bu tarafı ile sınıflar mücadelesinde emeğin tarafında yeni bir dünyanın kurulmasında insanlığın hizmetinde yer alır. Bir bütün olarak tiyatronun en önemli parçası olan oyuncu da bu taraftadır. Oyuncunun da bedensel olarak ifade edeceği bir hikâyesi ve bu hikâyeyi emanet aldığı toplumun kendisine estetik olarak sunacağı araçları vardır. Bu araçlar hem hikâyeden hem de tarihten bağımsız kullanılamaz. Tarihi yapan sınıflar mücadelesinde oyuncu kendi oyunculuk serüvenini de bu tarihsel pencereden bakarak değerlendirmelidir. Brecht’in oyunculuk sanatında gestus kavramı ile göstermeye çalıştığı da bu tarihsel çözümlemedir. Mayerhold’un makineleşen toplumda üretimin bir parçası haline gelen insanın bir uzantısı olarak bedenini bu hikâyedeki anlatıya dönüştürecek tarihselliğin yakalanmasıdır. Stanislavski’nin hazırlanan aktöründe tarihsel bir gözlük takarak, gözlemini bedeninde eyleyen ve oluşunun duygusal belleğinde tarihin çatışmaları vardır. Çağdaş oyunculuk kuramları ne derse, nasıl bakarsa ve ne gibi bir yöntem sunarsa sunsun, tarihin içinde hikâyeyi hikâyedeki tarihi yakalamak zorundadır.

Post-modernizmin tiyatro-oyunculuk olgusuna da pençe attığı günümüzde, bu tuzağın nedenini tarih ve hikâye yoksunluğunda aramalıyız. En güzel dansları yapan, bir sirk gösterisinde mükemmel diyeceğimiz jonglöre ve akrobata taş çıkartan oyuncuları günümüzde fazlasıyla izleyebilmekteyiz. Tarihe tanıklık eden büyük ustaların şiirlerini, anektodlarını ve romanlarını en kolay sahneye taşınabilecek yöntemlerle oyunlaştığını görmekteyiz. Bu oyunlaştırmalar mükemmel oyuncular ile birleşince seyir zevkine, gösterinin bizde yaşattığı katharsise doyun olmuyor. Peki, tüm bunlarda hikâye nerede? Oyuncu ve hikâye ilişkisi nerede? Tarih ve sınıfın estetiği nerede? İşte zaten bizim bugün geldiğimiz sorun da burada başlıyor. Büyülenmiş halde izlediğimiz gösteri bize yeterli geliyor ve hikâyeyi arama gereği duymuyoruz. Ayrıca beğenimize sunulan sahneleme ve oyunculuk tekniği ise birçok parçaya ayrılmak zorunda kalmış ve günümüz modern insanının izleğine uygun düşen post-modern tuzağın ağları arasında magazinleşip gidiyor. Eh bunun üstüne bir de bol ödülle süslediğinizde özel günlere mükemmel bir hediye pazarı karşınıza çıkıveriyor. Kapitalizmin yaşantımızı ezen çarkları karşısında, neredeyse yirmi dört saatin on sekiz saatini bu çarkın hizmetine sunulduğu koşuşturmada farkına bile varmadan tiyatro sanatı özellikle yeni oyunculuk düsturu ile hepimizi katharsise ulaştırıyor. Rahatlıyor ve ertesi gün bu huşu ile sistemi yeniden üretmek için patronun hizmetine hazır hale geliyoruz. Sanat tarafını düşmandan yana kullanmış oldu.

Korku dolu bu masalı değiştirmek bizlerin ellerinde. Tiyatro sanatı tarafını bilmeli ve tüm araçlarını yeniden sınıfının hizmetine sunmak için devrimini yapmalıdır. Hikâyemizi tarihin bağrından emanet alacağız ve aydınlık geleceğin kurulması için topluma ışık olup tarihi yeniden yazacak işçi sınıfının hikâyesini sahnelerimize taşıyacağız. Oyuncularımız bu hikâyenin bir parçası olacak. “Tiyatro eylemi zorunlu olarak politiktir. Çünkü insanların bütün eylemleri politiktir, tiyatro da bu eylemlerden biridir. Tiyatroyu politikadan soyutlamak isteyenler bizi temel bir yanlışa düşürür ki bu da politik bir tutumdur.” (1)

Tiyatromuzda ve oyuncumuzda hikâyemize kavuşmak dileğiyle…

HASAN TANAY

1-(Augusto Boal Ezilenlerin Tiyatrosu-1974)

Hikayesini Arayan Tiyatro