0 Paylaşımlar
1861 Kalküta doğumlu ünlü Hintli yazar Rabindranath Tagore’un 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış eseri Gora’dan bir alıntı yaparak yazıma başlayayım. İngilizlerin Hindistan’a müdahalelerini eleştiren bir bölümde roman kahramanı Gora şöyle der: “İnsan kendi ana babası tarafından kusurlarının düzeltilmesine katlanır. Ama, bu işi polis yapmaya kalkarsa bundan ilerlemeden çok öfke doğar. Onun buyruklarına boyun eğmek onurumuzu kırar.”
Buradaki felsefe basitçe şudur: Her yerde aksaklıklar, kusurlar vardır; fakat bu aksaklıkların ve kusurların düzeltilmesi dışarıdan müdahalelerle değil kendi iç bünyelerinde var olan unsurlarla çözülmelidir. Bunu konumuza uyarlayacak olursak, Devlet Tiyatrolarındaki malum yetersizlikler dışarıdan müdahalelerle değil, o camia içindeki kişilerce çözülmelidir. Sanatın sorunları yine sanatçılar tarafından halledilmelidir. Siyasete düşen tek görev bunun yasal altyapısını hazırlamak; kurumu, kendi sorununu kendi çözecek bir yapıya kavuşturmaktır.
Şimdiki Kültür bakanına gelince, sayın Bakanla ilgili söylenecek pek bir şey yok; sayın Bakan bu işe kesinlikle uygun değil. Bakanın notu, Rus Turistlerle ilgili söylediği sözler zamanında verilmiştir zaten ve bu düşük not onun görevinden alınması için tek başına yeterlidir. Böyle makamlarda böyle korkunç hatalar kabul edilemez. Şu bir gerçektir ki, herkes her işi yapamaz. Herkes Kültür Bakanı olamaz. 70 milyonluk ülkede Kültür Bakanlığı gibi bazı kilit mevkiler için çok uygun olan, yüksek kalitede, son derece iyi eğitim görmüş, üst-düzey kültüre sahip evrensel vizyonlu kişiler mevcuttur. Bu az sayıdaki kişileri bulup bu mevkilere atamak ise bir sanattır.
Her şey son derece basit ve nett: Siyaset sanata müdahale etmemelidir; bu evrensel bir “doğru yoldur!” Siyaset sanatın kendi kendini geliştirmesi için gerekli bütün yasal altyapıyı yine sanat camiasıyla birebir görüşerek hazırlamalı ve ardından sahneden çekilmelidir! Sanat, sanatçıyla baş başa kalmalıdır! Ama bunlar da yeterli değil!.. Sanatçı camiası, yazarı, oyuncusu, dramaturgu, yönetmeni de kendi kendini sürekli eleştirmeli, kendindeki bozuklukları düzeltmeli, kibirlenip kendisini kral ya da kraliçe sanmamalıdır!..
Türkiye’de hangi kuruma bakacak olursanız büyük bir ciddiyetsizlik, laubalilik, yetersizlik, kendisini geliştirme konusunda korkunç bir isteksizlik ve “Biz iyi bir kurumuz” propagandası var. Devlet Tiyatroları gibi bazı kurumlar kesinlikle tam manada özerk, en geniş biçimde bağımsız olmalıdırlar, ama bu özerkliğin yeterli olacağını düşünmemeliyiz. Radikal değişimler şart. Belirli kişilerin belirli mevkilere demir atmaları, oraları kendi çıkarları için kullanmaları mutlaka önlenmelidir; mevkilerde akışkanlık artmalı, makamlardaki dönüşüm hızı çoğalmalıdır; hiç kimse vazgeçilmez değildir; bugün bulunmaz Hint kumaşı denilen kişiler dahi evrensel standartlarda son derece sıradan ve yetersiz kişilerdir…
Bir kurumda falanca mevkiye gelip orada yıllarca kalınmamalıdır, bu yanlıştır! Bu olay sadece o işi ondan çok daha iyi yapabilecek yetenekli kişilerin harcanması sonucunu doğurur. Kişiler koltuklara kene gibi yapışıp kalıyorlarsa bunun ardında iyi niyet değil kesinlikle çıkar ve kötü niyet vardır. Hem ülkemizde hem de dünyada pek çok kişinin temel hareket noktası maalesef çıkardır; kişiler belirli yerlere sadece kendi çıkarlarını kollamak ve geliştirmek için gelmektedirler ve bu da yozlaşmanın ta kendisidir. Kendi küçük çıkarını değil de sanatın yüksek çıkarını düşünen birileri bulundu mu onları altın kafese koymak gerekir ve onlar gerçekten çok değerli kişilerdir, zaten onlar çoğunlukla makam, mevkiyle hiç ilgilenmezler bile.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de “Sanatsal Laiklik” mutlak bir zorunluluktur, yani devletle sanat birbirinden bağımsızlaşmalı, devlet sadece sanata ciddi mali destek sağlayan ama onu asla yönetmeyen, ona asla müdahale etmeyen modern bir yapıda olmalıdır. Parayı veren düdüğü çalar mantığı sanata uygulanamaz. Öte yandan, ayak kaydırma işlerinin, kendinden iyi olana duyulan kıskançlığın ve onu engelleme çabalarının, açgözlü çıkar ilişkilerinin, her türden şımarıklığın, çirkin ve boş bir kibirliliğin ve basitliğin bariz bir şekilde var olduğu sanat camiası da etik dünyanın yörüngesine oturtulmalıdır. Etik değerler her şeyden önce gelir, ahlak ve vicdan her şeyden önce gelir…

Mehmet Murat ildan

DEVLET TİYATROLARI VE TAGORE